Obezite Cerrahisi
Obezitenin Tanımı:
Morbid obezite veya Türkçedeki anlamıyla hastalık düzeyinde şişmanlık, çağlar boyunca var olmakla birlikte modern hayat tarzının yaygınlaşmasıyla birlikte artan bir şekilde önem kazanmıştır. Obezitenin birçok tanımı olmasıyla birlikte en çok kullanılan tanım vücuttaki yağ oranının kadınlarda %30 ve erkeklerde %25’in üzerinde olmasıdır. Daha pratik tanımı ise vücut kitle endeksi (Body Mass Index: BMI) yani kilogram cinsinden ağırlığın metre cinsinden boyun karesine olan oranı ile ifade edilir (BMI = Ağırlık (Kg)/Boy(m)2). BMI 25’in üzerinde olan kişiler ideal vücut ağırlığı aralığının üzerinde yer almaktadırlar. 30’un üzerinde ise o kişi şişman kabul edilmekte 35-40’ın üzerinde ise morbid obeziteden bahsedilmektedir.
Obezitenin Önemi:
Obezite nedeniyle birçok hastalığın ortaya çıkma olasılığı ciddi bir şekilde yükselmektedir. Bu hastalıklar arasında en çok bilinenleri tip 2 diyabet (şeker hastalığı) yüksek tansiyon ve kalp-damar hastalıklarıdır. Birçok bilimsel araştırma kilonun artması ile kan basıncının yükselmesi arasında direkt bir ilişki olduğunu ispatlamıştır. Buna şişmanlığa bağlı kan yağlarının yükselmesi ilave olduğunda damar sertliği, çeşitli vücut bölgelerindeki damar tıkanıklıkları ve kalp hastalıklarının sıklığı ciddi bir şekilde artış gösterir.
Aynı şekilde kan şekeri düzeyinin yükselmesi ve şeker hastalığı ile yandaş sorunlarının ortaya çıkma olasılığı şişmanlarda çok daha yüksektir. Diyabet, hipertansiyon ve kan yağlarının yükselmesinin beraber görüldüğü duruma ise Metabolik Sendrom adı verilmekte, tedavi edilmediği taktirde kalp ve damar hastalıkları ile sonuçlanması mutlak olan bir klinik sorun olarak kabul edilmektedir.
Akciğer yetmezliği ve astım tarzı nefes darlıkları, uyku sırasında nefes kesilmeleri ve şiddetli horlama şeklinde kendini gösterebildiği gibi, hareketler ve egzersiz sırasında nefesin yetmemesi şeklinde de hissedilebilir. Şişmanlık nedeniyle vücuda giren oksijenin yetersiz kalması gündüz uyuklamaları, dikkat dağınıklığı ve zamanla solunum yetersizliğine neden olabilmektedir.
Ağırlığın artmasına bağlı vücudu taşıyan eklemlerin zorlanması, ezilmesi ve sonunda romatizma şikayetlerine benzer ağrı ve hareket kısıtlılıkları ortaya çıkabilmektedir. Bunun sonucunda en sık bel fıtığı ve diz ile kalça ağrılarına rastlamak mümkün. Sırt ağrıları, kambur oluşumu ve ayak bileklerindeki eklem sorunları da sık rastlanan sorunlardır.
Şişmanlık sonucu karın iç basıncının artmasıyla mide fıtığı ve reflü yakınmaları çok daha sık bir şekilde ortaya çıkmakta, hareketsizlik ve kan yağlarının artmasına bağlı safra kesesi ve yollarında daha sık taşlar oluşmaktadır. Bu nedenle şişmanlarda mide ve hazım yakınmaları daha sık rastlanmaktadır. Artan kan yağ oranları, artan kan basıncı ve bozulan damar cidarı kalitesi, hareketsizlik ve bacaklarda kan göllenmesi sorununa eklenmesi ile bacak damarlarında daha sık görülen ancak vücudun herhangi bir bölgesinde görülebilen damar içinde kanın pıhtılaşması olayı görülebilir. Bu pıhtıların aynı yerde veya koparak uzaktaki organlara gidip oralarda tıkanmalar oluşturması ile emboli denilen ve hayati tehlikeye sahip olan ciddi bir durum ortaya çıkabilmektedir.
İnme ve felç gibi olaylar, sinir sisteminin bu dolaşımsal sorunlardan etkilenmesi sonucunda şişmanlar arasında sıkça rastlanan bir sorundur. Tüm kanser türleri için ispatlanmamış olsa da kalın bağırsaklar, meme, pankreas ve kadınlık organları gibi birçok kötü huylu hastalığın şişmanlarda daha sık rastlandığı bilinen bir gerçektir.
Ayrıca dış görünüşü nedeniyle psikolojik sorunlar yaşayan ve sosyal hayatında başarısız olup iş ve özel hayatında dışlanan obezlerin sayısı hiç de az değildir.
Dünya sağlık örgütünün obeziteye bağladığı hastalıkların sayısı 2019 yılında 200’ü geçmiştir.
Obezitenin Nedenleri:
Hepimizin beyni, duyguları ve doğal iç güdüleri bizi korumaya, güçlendirmeye ve daha uzun yaşatmaya yönelik programlanmıştır. İnsanların yaklaşık %85’inde obeziteye neden olabilecek genetik yapı mevcuttur. Yani her 100 kişiden sadece 15’i ne yerse ve nasıl beslenirse kilo alamaz ve obez olamaz durumdadır. Peki insanların %85’i neden obez değil? Bu gen çevre koşulları, hayat tarzı, stres ve diğer birçok iç ve dış sorundan etkilenerek aktive olabilir. Üstelik aktive olma yaşı da çok değişkendir. Anne karnındayken daha doğmamış bebeğin yaşayabileceği stresler, beslenme sorunları, hastalıklar ve kimyasal maddeler ile başlayan bu süreç, zorlu geçen doğum dönemleri, bebeklikteki hastalıklar, emzirmenin süresi ve miktarı, anne sütünün kalitesi ve içeriğinin ilaç ve kimyasallardan etkilenmesi, Çocukluk çağı hastalıkları ve tedavileri, yaralanmalar (özellikle kafa travmaları), alerjiler, steroid (kortizon) kullanımı bu genleri harekete geçirebilir. Çocukluktaki beslenme, ev içi düzen ve ailenin hayat tarzı, hareket ve spor, kimyasal maddeler ve katkılı besinler. Elektronik ekran karşısında geçen süre ve tabii ki spor. Stres faktörleri, okuldaki başarı, diğer çocuklar ile ilişkiler ve sosyal konumda etkilidir. Ergenlik ve bu sürecin sertlik derecesi, Büyümenin hızı, beslenme ve hareket, sınavlardan etkilenme ve stres. Askerlik, duygusal ilişkilerin yükü, evlilik, hamilelik ve emzirme, hastalıklar, tedaviler. Fiziksel, ruhsal ve çevresel sosyal stresler ve benzeri birçok faktör, beynimizdeki bizi korumakla yükümlü olan merkezleri etkiler. Bu merkezlerden biri de kilomuzu ayarlayan merkezdir. Bu merkezin etkilenmesi sonucunda kilomuzun sağlıklı ve güvenli bir hayat için yetersiz olduğu kararına varan beyin, kilomuzun yükselmesine yol açan değişikler yaratmaya başlar. İştahımız artar, erken acıkırız, geç doyarız, metabolizmamız düşer, vücudumuz daha az az enerji harcamaya başlar, uyku saatimiz ve istirahat sürelerimiz artar. Daha yüksek kalorili (daha yağlı ve daha şekerli) gıdaları tercih etmeye başlarız. Bu ve buna benzer birçok değişiklik sonucunda kilomuzda artış ortaya çıkmaktadır. Üstelik sabit bir kiloya ulaşıldığında bile bu denge merkezi her türlü yeni değişiklik ve stresten etkilenerek güvenli kilonun daha da yüksek olmasına karar verir. Sonuç kilo artışının devam etmesi olur. Ne yazık ki kilo verme çabaları, diyet programları ve egzersiz destekleri de bu merkez tarafından saldırı ve stres kaynağı olarak algılanır. Dolayısıyla diyet dönemlerinde iştahın artması, metabolizmanın düşmesi, yorgunluk ve isteksizlik daha da çok kilo vermek isteyen kişinin işini zorlaştırmaktadır. Bu gelişmelere paralel hastaların zorlukla kilo verdim, ancak diyeti ve/veya egzersizi bırakmakla çok daha hızlı kiloları geri aldım, üstelik daha da yüksek bir kiloya ulaştım demeleri son derece mantıklı ve normaldir. Diğer bir örnek ise eski dönemlerde yapılan diyetler ile daha hızlı kilo verdiğini, programı daha uzun sürdürebildiğini ve daha çok kilo verdiğini ifade eden hastanın artık diyet yapma gücünü kendinde bulamadığını, uzun süre diyet programını sürdüremediğini ve eskisi kadar çok kilo veremediğini söylemesidir. Obez hastalar ve hatta yakınları bu gerçeklerin farkında olmadıklarında iradesizlik, motivasyon ve güçsüz kişilik suçlamaları gündeme gelebilmektedir.
Obezitenin Tedavisi:
Yukarıdaki bilgiler ışığında vücut ağırlığının ideal değerlerin üstüne çıktığında bunun sadece estetik bir sorun değil, aynı zamanda fiziksel, ruhsal ve sosyal olarak sağlık açısından da ciddi problemlerin ortaya çıkabileceğini kabul etmeliyiz. Obezitenin tedavisi tartışmasız olarak hayat süresini belirgin bir şekilde uzatmaktadır. Üstelik bu tedaviler sadece bununla kalmayıp hayatı daha konforlu, daha sağlıklı, daha az hastalık riskleri taşıyan, daha mutlu ve hatta hastalıkların ortaya çıkması durumunda bile tedavinin daha başarılı ve daha kısa süreli olmasını sağlamaktadır.
Hayat süresini kısaltan, konforu düşüren ve birçok hastalığa zemin hazırlayan şişmanlıkla savaşta pek çok yöntem vardır: Diyet programları, farklı egzersiz türleri, psikolojik destekler, akupunktur ve hatta ilaç kullanımı yıllardır obezitenin çözümünde kullanılmış, kullanılmaktadır. Ancak, tüm bunlar, bazen uygulamadaki zorluğu (örneğin diyet ve düzenli egzersizin kuvvetli irade gerektirdiğine inanılıyor), bazen de yan etkileri (ilaç yan etkileri, alerjiler, sportif yaralanma ve sakatlıklar) nedeniyle etkin sonuç veremeyebiliyorlar. İşin daha da kötüsü, sürekli kilolarıyla savaşan ve bir türlü sonuç alamayan kişiler sonunda hem psikolojik hem fiziksel açıdan yorgun düşebiliyor ve mücadeleyi bırakabiliyorlar.
Dünya sağlık örgütünün raporlarının da aralarında bulunduğu birçok uluslararası cerrahi, diyet, endokrinoloji ve metabolizma raporların sonuçlarına göre obezitenin tedavisinde tam sonuca gidebilen ve uzun süre sürdürülebilen, etkinliği ispatlanmış ve yan etkileri kabul edilebilir derecede olan hiçbir ilaç tedavisi günümüzde mevcut değildir. Burada bazı gerçekleri göz ardı edemeyiz. Obezitenin altında yatan hormonsal yetersizliklerin varlığında tedavi kesinlikle ilaç tedavisi olup tanı doğru ise tedavi başarılı olmaktadır. Ancak obez hastaların %99’unda olduğu gibi obezite genetik, çevresel ve davranışsal faktörlere bağlı olduğunda cerrahi tedavi yöntemler yetersiz kalmaktadır. Akupunktur ve psikoterapi destek yöntemlerinin etkileri bazı hasta guruplarında gösterilmiş olsa da bu tedavilerin etkinlik diyetin sürdürülebilir olmasına bağlıdır ve aktif süreleri çok kısa, kiloların geri alınması çok hızlıdır.
Diyet ve egzersizin etkinliği tartışılmaz düzeyde fazla olsa da yine dünya sağlık örgütü verilerine göre be yöntemler hafif kilolu kişilerde etkin olmakla birlikte obez ve morbid obez insanların sadece yüzde biri başarılı bir diyet programından sonra kilolarını koruyabilmektedirler.
Obezite İle İlgili Gerçekler:
Davranışsal ve çevresel faktörler göz ardı edildiğinde kilo vererek obezitenin tedavisi için teorik olarak az yemek yani diyet ve çok yakmak yani egzersiz yeterli olmalıdır. Ancak gerçek hayatta kilo vermek burada yazıldığı kadar kolay olamamaktadır. Diyet ve egzersizin dışında bitkisel ve ilaç tedavileri yaygın olarak kullanılsa da bilimsel olarak kilo verdirme etkisi ispatlanmış ve kabul edilebilire düzeyde yan etkisi az olan hiçbir ilaç tedavisi mevcut değildir. İlaçlar ciddi oranda yardımcı, hekim denetiminde kullanıldığında güvenilir ve etkili, hatta bir programı başlatmak veya programın ortasında kilo verme hızı düştüğünde kilo verimini arttırarak başarıyı ve hatta motivasyonu arttırmaktadır. Çok sayıdaki diyet ve egzersiz programları, ilaç ve bitkisel çözümler, masaj, akupunktur, merhemler, banyolar, giysiler ve benzeri alternatif tedaviler sadece çok az düzeyde etkili olmakla birlikte genellikle yeterli olamamakta ve girişimsel tedaviler gündeme gelmektedir. Bu aşamada mideye yerleştirilen balonlar, eskiden sıklıkla uygulanan ve halen sağlık otoriteleri tarafından yasaklanmayan ancak uzun vadedeki yan etkileri nedeniyle günümüzde neredeyse hiç kullanılmayan mideye kelepçe takılması (bant takılması), mide küçültme operasyonları ve alınan gıdaların vücut tarafından emilimini azaltan operasyonlar yüksek oranda tatmin edici ve kalıcı sonuçlarla obezite sorununa çözüm getirebilmektedir.
Şişmanlığın en yaygın olduğu ülkelerden biri olan Amerika Birleşik Devletleri’nde 2000’li yılların başında her 3 kişiden biri ideal vücut ağırlığının üzerinde ve şişmanlık sınırlarının içerisindeyken, tüm uyarılar ve sağlık kuruluşlarının çabalarına rağmen bu oran günümüzde çoğu eyalette %40’ın üzerine çıkmıştır. Üstelik birçok güney ve orta Amerika ve Avrupa ülkesi de şişmanlıkla ciddi sorunlar yaşamaktadır. Ülkemizde de durum çok farklı değil. İstatistiklerimizin batılı ülkelerde olduğu kadar net ve sık yenilenen olmaması ile birlikte Bayanlarda obezite oranımız %35 ve Erkeklerde ise bu oran %30-35 arasındadır. Yani Türkiye toplumunun üçte biri fazla kilo sorunu yaşamaktadır. En dikkat çekici nokta ise obezite oranının çocuklarda yani 18 yaşın altındakilerde %9 civarında olmasıdır.
Sağlık için harcanan bütçenin her yıl daha da büyük bir bölümü obezitenin komplikasyonları ve bunların tedavisi için harcanmaktadır. Yıllardır devam eden çalışmaların sonuçlarına göre şişmanlığın yol açtığı sağlık sorunlarının tedavisi için harcanan para, her zaman şişmanlığın tedavisi için harcanan paradan daha fazladır. Yani şeker hastalığı, yüksek tansiyon, yüksek kan yağları ve karaciğer yağlanması, kalp ve damara hastalıkları, eklem sorunları ve çeşitli fıtıklar, reflü hastalığı, solunumsal problemler ve uyku apne sorunu (uykuda nefesin kesilmesi), birçok psikolojik sorun ve daha sayılabilecek onlarca obeziteye bağlı gelişen hastalığın tedavisine ülke bazında ve kişi bazında harcanan paralar obeziteyi tedavi etmekten çok daha pahalıya mal olmaktadır.
Birçok sağlık sorununda olduğu gibi şişmanlığın da en ucuz ve en etkili tedavi yöntemi koruyucu yani önleyici tedavisidir. Toplumun sağlıklı beslenme ve obezite konusunda bilgilendirilmesi ve özellikle çocukların yeme alışkanlıklarının düzeltilmesi ancak ülke bazında uygulanan kampanyalar ve devletin desteği ile mümkün olmaktadır. Tüketici hayat felsefesinin hakim olduğu bir dünyada üreticilerin reklam gücü ile savaşabilecek hiçbir eğitim programı bu güne kadar başarılı olamamıştır. Dolayısıyla halen obezitenin en etkin tedavi yöntemi fiziksel yollarla alınan gıdanın azaltılması ve buna paralel vücutta ortaya çıkan hormonsal değişiklikler ile beyini etkileyerek davranışlarımızın tekrar düzenlenmesi ile metabolizmayı etkilemektir. Bu da günümüzde en etkin obezite çözümünün girişimsel yöntemler yani cerrahi teknikler olduğu anlamına gelmektedir.
Dikkate alınması bir gerçek ise modern yöntemler ve cerrahi teknikler ile obezite tedavisi alan hastaların bu tedavilere bağlı herhangi bir sorun veya komplikasyon yaşama riskleri, Aynı hastaların tedavi olmayıp obez bireyler olarak hayatlarına devam ettikleri takdirde gelecekteki 5 yıl içerisinde şişmanlığa bağlı yaşayacakları ölüm dahil birçok sorunun yaşanması riskinden daha düşüktür.
Obezitenin ana nedeni beyindeki kilo denge merkezi ve davranışlarımız, çevresel faktörler ve günlük hayat düzenimiz ile stres olarak kabul edildiğine göre başarılı bir diyet ve egzersiz programı ile kalıcı kilo verilmesini ve ideal vücut ağırlığına kavuşmanın sağlanması için bireyin hayat tarzını tümden değiştirilmesi gerekli. Uyanma saati, kahvaltı zamanı, ne yendiği, sabah hareketleri, iş ve günlük hayatın düzeni ve hareketliliği, alınan kimyasal maddeler, spor programı, yolda harcanan zaman ve bu süre zarfındaki davranışlar, günlük elektronik ekranlar başında geçirilen zaman, istirahat ve kaça kadar beslenmeye devam edildiği, öğün sayısı, açlık süreleri, uykuya gitme saati, uykunun kalitesi ve ortamı ve uyku süresi gibi onlarca etkeni değiştirmeden beyindeki denge merkezi obezitedeki ısrarından vazgeçmeyecektir. Bunun anlamı, kişi kilo almadan önceki hayat tarzına dönmeden uzun süreli diyet ve egzersiz programını sürdürmesi oldukça zor olacağıdır.
Obezitenin Girişimsel Tedavisi
Obezitenin tedavisi için uygulanan girişimsel yöntemleri basitten karmaşığa doğru sıralamak gerekirse en başta mideye yerleştirilen balonları saymak gerekir. Daha sonra yemek yemeyi mekanik olarak durdurmayı amaçlayan cerrahi teknikler geliyor ki en bilineni mideye ayarlanabilir bir bant (Adjustable Gastric Banding) veya halk arasındaki adıyla kelepçe takmaktır. Bu yöntem günümüzde yasaklanmamış olmakla birlikte popülerliğini kaybetmiştir. Mekanik engel oluşturan yöntemler arasında ayrıca mideyi farklı şekil ve hacimlerde keserek inceltmek ve bantlarla incelen bölümleri sabit bir çapta tutmak (Vertical Band Gastroplasty) ve mideyi bir tüp haline getirmek (Sleeve gastrektomi) cerrahileri sayılabilmektedir. Çeşitli yöntemlerle yapılan mide baypas (Bypass) işlemi (Gastrik Bypass, Minigastric Bypass, Bilioenteric Diversion, Duodenal Switch vs) cerrahileri daha karmaşık işlemler olup bir yandan midenin hacmini küçülterek alınan gıda hacmini azaltmak ve diğer yandan ise alınan gıdanın emilimini çeşitli düzeylerde azaltarak etkin kilo verdirmeyi amaçlamaktadırlar.
Mideye cerrahi tekniklerle yerleştirilen uyarıcı piller (Gastric Stimulator) ile mideye sürekli tokluk benzeri uyarılar vererek hastanın gıda alımını azaltmak yöntemi gelecek vadeden bir teknik olarak yıllarca önce başlatılmış olsa da uzun vadeli sonuçları halen yeterince tatmin edici değildir.
İnce barsağa yerleştirilen uzun naylon bir tüp ile barsaktaki gıdaların barsak duvarına dokunmadan ve dolayısıyla emilmeden (vücuda yaramadan) atılmasını sağlayan teknikler de halen gelecek vaad etse de uygulamadaki zorluk ve başarısızlıklar ve uygulama sonrası oluşturdukları kayma, tıkanma ve enfeksiyon gibi komplikasyonları nedeniyle halen rutin kullanıma girmemişlerdir.
Kimlere Cerrahi Tedavi Önerilir?
Kimlere obezite cerrahi uygulanmalı konusu ise çok önemli bir konu olup bilimsel olarak kesin çizgilerle ortaya konulmalıdır. Günümüzde Morbid obezite cerrahisi adayları vücut kitle endeksleri (BMI) farklı görüşlere göre 35 veya 40’ın üzerinde olan veya 30-35’in üzerinde olup beraberinde şişmanlığın neden olduğu en az bir ciddi hastalığı (Morbidite) bulunan kişilerdir.
Bu tip cerrahi prosedürleri halen gelişme çağındaki çocuklar ve gençlere kesinlikle uygulanmama kuralı birçok çevre tarafında kabul edilse yani 18 yaşın altındakilere cerrahi önerilmese de özellikle Amerika Birleşik Devletlerindeki çocuk obezite merkezleri tarafından takip altında olan morbid obez çocuk ve ergenlere başarılı ve geçici balon, bant ve hatta geri dönüşüm şansı olması nedeniyle Bypass uygulamaları konusunda seriler ve yayınlar mevcuttur. 65 yaşın üzerindekilere de bu gibi ciddi cerrahi prosedürleri önerilmemekle beraber özellikle batı ülkelerde üst yaş sınırı için tartışmalar devam etmektedir. Genel durumu iyi var olan obezite tablosu ortadan kalktığı sürece uzun süreli kaliteli yaşam ihtimali yüksek olan hastalarda bu sınır 70’li yaşlara genişletilmektedir.
Şişmanlığın tedavisinin ilk denemesi genellikle cerrahi olmayıp operasyon için seçilen adaylar obezite tedavi merkezlerinde eğitim ve bilgilendirme programlarına katıldıktan sonra diyet ve egzersize başlatılmaktadırlar. Daha önce bu hastaların neredeyse tümünde bir veya daha fazla defa diyet, egzersiz veya benzeri yöntemleri denemiş ve başarısız olmaları alışılagelmiş bir gerçektir. 2010 yılından sonra yayımlanan birçok bilimsel araştırma, cerrahi dışı yöntemlerin çok düşük başarı oranlarını ortaya çıkarması ile Morbid obezite tablosuyla tedavi talep eden hastalarda cerrahinin seçilebilecek en etkin ve en mantıklı yöntem olduğunu belirtmiştir.
Şişmanlık cerrahisi yetişkin olmayanlara uygulanmadığı gibi hamilelere de uygulanamaz. Ancak obezitenin ağırlığı gelişimini engelleyecek düzeyde ve özellikle kas ve iskelet sistemi kalıcı deformasyonlara neden olmaya başlaması ile özel çocuk endokrinoloji ve çocuk psikiyatri konseylerinin desteğinde çocuklarda obezite cerrahisi uygulanabilmektedir. Narkoz almak veya ameliyat olmak için uygun olmayan ve yapılan detaylı değerlendirmelerinde yüksek risk gurubuna giren hastalara da morbid obzite cerrahisi önerilmemektedir. Ayrıca bilinç seviyesi olarak operasyonda yapılacak işlemler ve sonrasındaki dönemin gereklerini anlama ve diyet ile doktor takiplerine uyum sağlamada sorun yaşayabilecek, akli dengesi yerinde olmayan kişilere de obezite cerrahisi önerilmemektedir. Bu gurup bakıma muhtaç ve kendine yetemeyecek durumunda olduğunda ise bakımlarının daha kolay hale gelebilmesi açısından özel psikolojik ve sosyolojik konseylerin kararı ile cerrahi tedaviden faydalanabilmektedir.
Operasyonun Riskleri:
Morbid obezite cerrahisi konusu gündeme geldiğinde en çok korkulan şey operasyon sırasında veya sonrasında gelişen ve komplikasyon olarak adlandırılan sağlık problemleridir. Bu sorunlar genel olarak herhangi bir cerrahi operasyonda görülebilen anestezi, alerji ve kalp-akciğer sistemi problemleri olabildiği gibi cerrahiye özel kanama, organ yaralanması, enfeksiyon gibi problemleri de kapsamaktadır. Buna ilaveten şişman bir hastayı ameliyat etmenin risklerini de bu listeye eklemek gerek. Operasyon sonrası beslenmedeki değişiklikler veya yetersizliklere bağlı da başka operasyonlardan sonra gündeme gelmeyen metabolizma ile ilgili sorunlar ortaya çıkabilmektedir. Morbid obezite cerrahlarını bu konuda daha dikkatlı olmaları ve operasyon sonrası hastaların takibini daha yakından yapmaları bu tip problemlerin ortaya çıkma şansını azaltmaktadır.
Günümüzde genel olarak tüm obezite cerrahisi operasyonları ele alındığında operasyondan ölüm riski %0,1 ve hatta birçok merkezde %0.05’in altında yani ameliyat olan her 1000 ve hatta her 2000 hastadan yaklaşık 1 kişinin hayatını kaybetmesi düzeyindedir. Operasyondan sonra ciddi bir komplikasyonun ortaya çıkma şansı %3 civarında iken basit problemler de buna dâhil edildiğinde oran %7 ila %9 arasına varabilmektedir ancak unutmamak gerekir ki bunlar düzeltilebilir sorunlardır. Herhangi bir sebepten dolayı bu hastaların tekrar ameliyata ihtiyaç duyma şansları ise erken dönemde %1-2 civarındadır. Morbid obez olan bir hastada obezite dışı bir nedenle yapılacak herhangi bir hastalık nedeniyle cerrahi prosedürlerin komplikasyon oranları yukarıda verilen rakamlardan daha düşük değildir. Kalp, akciğer ve kanser cerrahisi gibi büyük ameliyatların tehlike oranları ise kesinlikle çok daha yüksektir. Ayrıca unutmamak gerekir ki morbid obezite cerrahisinin olumsuz etkilerinin hesaplanan riski, hastalığın doğal seyrinde ortaya çıkacak sorunların riskinden daha düşüktür.
Morbid obezite tedavisinde başarının tanımı, olabilecek en düşük komplikasyon yüzdesi ile vücutta var olan fazlalık yağ kütlesinin %70’ini verdirmek ve bunu korumaktır. Günümüzde bu başarıyı yakalayabilecek en etkin yöntem cerrahidir.
Mide İçi Balon’un Zayıflamada Kullanımı
1982 yılında ilk defa midenin içine yerleştirilen ve hacim işgal eden bir balon kullanarak ileri derecede şişman olan hastaların ameliyatsız ve ilaçsız tedavileri denendi. Bu ilk tasarlanan ve halen de dünyada en sık kullanılan balonun içi su ile doldurulmakta ve endoskopik yöntemlerle mideye yerleştirilmekteydi.
2004 yılından hava ile doldurulan, bazı tiplerinde içindeki havanın miktarı ayarlanabilen ve midede daha uzun süre (2 yıl kadar) kalabilen, etkinliği daha az ancak etkisini daha uzun bir süre gösterebilen, uygulamada endoskopiye ilaveten cerrahi girişime de gerek duyan diğer bir balon tipi kullanıma girmiştir. Daha sonra su ve hava ile doldurulabilen farklı tasarıma sahip, ikili balonlar, endoskopiye gereksinim olmadan yutulabilen balonlar ve hatta uzun süre kalabilen ve endoskopi ile içindeki sıvının hacmi ayarlanabilir olan birçok balon çeşidi piyasaya çıkmış ve kullanılmıştır.
Herhangi bir nedenle cerrahi tedaviler için uygun olmayan, ileri derecede yandaş hastalıkları olan, anestezi alamayan veya aşırı şişman hastalar bu şekilde daha rahat diyetlerine uyabilmekte ve etkin bir şekilde kilo verebilmektedirler.
Günümüzde yapılan değişik çalışmalardan elde edilen bilgilere göre şişman hastalar bu yöntemle ortalama olarak 3 ayda ağırlıklarının en fazla %20’si ve 6. ayın sonunda ise en fazla %30’unu kaybedebilmektedirler. Bunlar oldukça tatmin edici sonuçlardır. Bazı serilerin sonuçlarına göre bu hastaların bir kısmı birinci yılın sonunda halen verilen kilolarının %90’ını korudukları bildirilmiş olsa da genel kanı verilen kiloların tamamının zamanla geri alınacağı şeklindedir.
Teknik olarak uygun hastalarda narkoz’a gereksinim duyulmaksızın belirli testler yapıldıktan sonra silikondan yapılmış bir balon midenin içinde bırakılmakta ve su ile şişirildikten sonra ortalama 6 ay süreyle bırakılmaktadır. Ayarlanabilir balonlara daha uzun süre (12 ay) midede kalabilmekte ve arada endoskopi yapılarak içindeki sıvı miktarına ilave yapılarak etkinliği arttırılabilmektedir. Alternatif olarak genel anestezi veya derin bir uyuşturma eşliğinde mideye yerleştirilen ve cilt altındaki bir hazneden içindeki hava miktarı ayarlanabilen bir balon midenin üst kısmına yerleştirilir ve ayarlama haznesi cerrahi tekniklerle karın ön duvarında cildin altına yerleştirilir. Böylece midenin hacmindeki belirgin azalma ve sürekli devam eden doyma hissi hastalara uygun bir diyet programını kolaylıkla uygulamaları konusunda yardımcı olabilmektedir. Hastalar bu süre zarfında belirli aralıklarla kontrollere gelmekle birlikte tamamen normal hayat düzenleri devam etmektedirler. Bu sürenin sonunda yine benzer tekniklerle balonlar söndürülerek çıkarılmaktadır.
Mekanizma, kullanım süreleri ve avantajları farklı olsa da balonların hepsinin ortak noktası az girişimsel teknikler ve az yan etkiye sahip olması ve ayrıca etkisinin eninde sonunda çıkarılacağı için kaybetmesidir. Mide kanaması, mide delinmesi, mide ülseri, Reflü hastalığı ve aşırı kusmalara bağlı güç ve su kaybı, karaciğer ve böbrek sorunları ve hatta akciğer enfeksiyonları takipsiz kalan, ilaç desteği almayan ve doktor direktiflerine uymayan hastalarda görülebilen balon komplikasyonlarıdır.
Sonuç olarak mide içi balon yöntemi kolay uygulanabilen, güvenilir ve şişmanlığın tedavisinde etkili bir yöntem olarak uygulanmaktadır. Ancak unutmamak gerekir ki bu geçici bir tedavidir ve diyetine dikkat etmeyen hastalar uzun sürede verilen kiloları kolaylıkla geri kazanabilmektedirler. Aşırı şişman olan veya vücut kitle endeksleri 40’ın üzerinde olan hastalar bu yönteme kesin tedavi olarak bakmamalı ve daha ciddi tedavi yollarını da göz önünde bulundurmalıdırlar. Aşırı şişman olan ve anestezi alması yüksek risk teşkil eden hastalara uygulanan 6 aylık mide içi balon uygulamasından sonra verilen kilolara bağlı risk azalmakta ve bu dönemde daha düşük risk ile morbid obezite cerrahisi uygulanma şansını yakalayabilmek balon uygulamasının en önemli kullanım alanıdır.
MORBİD OBEZİTENİN CERRAHİ OLARAK TEDAVİSİ:
Bilindiği gibi alınan gıdaların sindirim işlemi mide ve bağırsakların üst kısmında bu gıdaların parçalanarak vücut tarafından emilebilir maddeler haline gelmesi ve bağırsakların daha alt kısımlarındaki bölümlerinde bu maddelerin emilerek kana karışmasından oluşmaktadır. Cerrahi girişimler mideyi küçülterek alınan gıda miktarının azaltılması, mide ve bağırsaklar arasındaki yolları değiştirerek sindirim işleminin bir kısmının aksatılması ve bağırsakları kısaltarak alınan gıdanın emiliminin azaltılmasına veya bu girişimlerin beraber uygulanmasına dayanmaktadır. Bu girişimler çerçevesinde sindirim sisteminden salgılanan ve metabolizmayı etkileyen birçok hormonun salgılanması ve düzeylerinde değişiklikler ortaya çıkmakta iştah, acıkma ve doyma ve en önemlisi metabolizmayı yeniden düzenleyebilmektedir. Yüzeysel olarak bu operasyonların sadece fiziksel olarak gıdanın alımının engellenmesi ve kimyasal olarak sindirim ve emilimin aksatılması gibi görünebilir. Ancak obezite cerrahisi prosedürleri sırasında sindirim sisteminde ortaya çıkan değişiklikler, bahsedildiği gibi bir çok enzim ve hormon sistemini etkilemekte, başta beyin olmak üzere açlık ve beslenme ile ilgili bir çok mekanizmanın daha sağlıklı ve düzgün çalışmasını sağlamaktadır.
Bilinen ilk şişmanlık düzeltici cerrahi girişim 1960 yılında rapor edilmiştir. En yaygın olarak midenin kısmen kesilerek ve kalan kısmının sert bantlarla sıkıştırılarak midenin küçültülmesi ve alınan gıda miktarının azaltılması operasyonları uygulanmaktaydı. Açık yöntemlerle karın ön duvarı açılarak aşırı şişman hastalarda zor koşullarda uygulanan bu cerrahi işlemler cerrahlar için yarattıkları zorluklar ve hastalarda gözlemlenen yüksek oranlardaki komplikasyonları nedeniyle uygulanmaya devam etseler de yaygınlık kazanamadı. Benzer şekilde uygulanan diğer açık prosedürler de beraberinde getirdikleri sorunlardan dolayı seyrek olarak başvurulan operasyonlar sınıfına girmiştir.
Modern ve tüketici hayatın yaygınlaşması bir taraftan ve laparoskopik cerrahi alet ve tekniklerinin gelişmesi diğer taraftan morbid obez hastalarının laparoskopik (kapalı) cerrahi teknikler ile tedavi edilmesi fikrini güçlendirdi ve sonunda 1983 yılında ilk defa şişmanlık cerrahisi kapalı olarak gerçekleştirildi. 1993 yılında ilk mide kelepçesi piyasaya çıktı ve 1995 yılında Fransa’da ilk başarılı mideye kelepçe takılan hasta serisi yayınlandı. Mide baypas operasyonları 1998 yılında Amerika Birleşik Devletlerinde rutin olarak kullanılan bir cerrahi haline geldi. 2000’li yılların başlarında duodenal switch cerrahi serileri ortaya çıktı ve o dönemde ilk defa tüp mide (sleeve gastrektomi) operasyonları çok ağır obezite operasyonlarının ayrı olarak yapılabilecek ilk basamağı olarak gündeme geldiler. Zamanla tüp mide operasyonlarının tek başına etkin bir bariyatrik girişim olduğu görüşü kabul görmeye başladı.
Obezite operasyonlarında, mide ve bağırsaklar üzerinde yapılan cerrahi işlemlerin karmaşıklığından ziyade şişman hastaların kalp, damar ve akciğerler gibi hayati organlarının cerrahi işleminden etkilenerek sorun çıkarılması korkuların kaynağıdır. Bu nedenle bu organları çok daha az oranlarda olumsuz etkileyen kapalı cerrahi yöntemler, günümüzde obezite cerrahisini daha güvenilir ve daha çok uygulanır hale getirmiştir.
Ayarlanabilir Mide Bandı (Kelepçe):
Cerrahi olarak (genellikle karın duvarı açılmadan kapalı-laparoskopik- teknikler ile) midenin üst kısmına çepeçevre bir bant yerleştirilerek sıkmak suretiyle midenin üst bölmesi çok daha küçük olan bir kum saati haline getirilir. Böylece 2–3 kaşık yemek yemekle hemen doyma ve şişkinlik hissi yakalanmış olur. Operasyon genel anestezi eşliğinde gerçekleştirilmekte ve genellikle kapalı cerrahi teknikleri kullanılmaktadır. Karın boşluğu karbondioksit gazı ile şişirilir ve özel aletlerin (portlar) karın boşluğuna sokulması ile operasyona başlanır. Midenin en üst kısmında midenin çevresinde bir açıklık yaratılır ve yine port sistemleri yoluyla karın boşluğuna yerleştirilen kelepçe, midenin çevresine yerleştirilerek kilitlenir ve özel dikişlerle yerinden oynaması engellenir ve kelepçenin şişirme ayarını sağlayan haznesi cilt altına yerleştirilerek cilt kapatılır.
Operasyon sonrası dönemde iyileşme süresi (ortalama 6 hafta) sonunda ayarlanabilen bant cilt altında yerleştirilmiş haznesi yoluyla şişirilerek sıkılır ve böylece fazla yemek tüketimi aşırı şişkinlik hissi nedeniyle engellenmiş olur. Düzenli ve sağlıklı kilo veriminin kontrolü için ameliyattan sonra da uzman takipleri devam etmekte vücut ihtiyacına göre midenin çevresindeki bant gevşetilip sıkılarak ayarlanabilmektedir. Bandın (kelepçenin) çıkmasını gerektiren bir durum olmadığı sürece bu malzeme vücut içinde sorun yaratmadan baki kalabilir.
Port yeri enfeksiyonları, portun tıkanması veya dönerek uygulama zorluğu ortaya çıkması, enfeksiyonun banda (kelepçeye) kadar ilerleyip karın zarlarında veya mide çeperinde enfeksiyona neden olması, mideyi fazla daraltması veya tamamaen tıkaması, aşağıya veya yukarıya kayarak fonksiyonunu kaybetmesi ve mide duvarını eritip midenin içine göç etmesi gibi geç dönem komplikasyonları bu cerrahiden sadece birkaç ay sonra gelişebildiği gibi senelerce sonra da görülebilmektedirler.
Özellikle 90’lı yılların ikinci yarısı ve 2000’li yıllarda dünya genelinde obezitenin tedavisi amacıyla çok sıklıkla uygulanan gastrik banding hastalarının son yıllarda sıklıkla geç komplikasyonlar nedeniyle operasyona alınmaları ve düzeltme ya da çıkarılma cerrahilerine tekrar tekrar maruz kalmaları, obezite cerrahlarının son 10 yılda giderek azalan bir sıklıkla bu yöntemi seçmelerine yol açmıştır.
Sleeve Gastrektomi (Midenin tüp haline getirilmesi):
Bu yöntem de ayarlanabilir mide bandında olduğu gibi tercihen kapalı cerrahi tekniklerle uygulanan ve son yıllarda daha çok uygulanmaya başlanan bir operasyondur. Mide kelepçesinde olduğu gibi hedef sadece midenin hacmini azaltmak değil ayrıca sindirim sisteminin işlevlerini fazla değiştirmeden midenin depo görevi yapan ve gerildiğinde tokluk hissini sağlayan sol üst kısmının çok büyük bir parçasının çıkarılması ve dolayısıyla yemek borusu ile on iki parmak bağırsağı arasında mideyi ince bir tüp haline getirmektir. Çıkan mide parçası Ghrelin adı verilen açlık hissini uyandıran hormonun salgı yeridir. Dolayısıyla böyle bir operasyondan sonra hastalar çok daha seyrek acıkır ve daha hızlı tokluk hissini yakalarlar. Bu operasyonun uygulandığı hastalar genellikle iştahlarını kaybederler ve bir öğünde fazla miktarda yemek tüketemezler. Bu da sonuçta başarılı bir kilo kaybıyla sonuçlanmaktadır. Hasta seçimi, operasyon kararı ve hazırlıkları çoğunlukla mide kelepçesi ameliyatlarına benzemekle birlikte midenin büyük bir bölümünün kesilerek çıkarılması nedeniyle bu geri dönüşü olmayan bir cerrahidir. Sindirim sisteminin yol ve düzeni değiştirilmediğinden iyi bir diyet programı ile çok nadiren beslenme yetersizliği ve tıbbi yardım gereksinimi ortaya çıkmakta, cerrahi işlemin daha karmaşık olması nedeniyle operasyon sırasında veya sonrasındaki erken dönemde oluşabilecek sorunların oranı mide bandından az da olsa daha yüksektir. Ancak bir defa hasta sağlıklı kilosuna kavuşup beslenme düzenini yakaladığında geç dönemde oluşabilecek komplikasyonlar bant (kelepçe) yöntemine göre çok daha düşüktür.
Sleeve gastrektomi veya mide tübü operasyonun ortaya çıkış noktası, ileri derecede obez hastalarına gastrik bypass uygulamasının yüksek riskli olduğu durumlarda daha basit bir prosedür uygulanarak az risk ile kilonun azaltılması ve aylar sonra ise ikinci kademe olarak Bypass uygulamasına geçilmesi idi. Ancak zamanla bu operasyonun tek başına bir çok obez hasta için yeterli olmasının ortaya çıkması ile popülaritesi daha da çok artmıştır.
Gastrik By-Pass (Mide Baypası) :
Halk arasındaki adı ile kelepçe veya mide Bandının terk edilmesi ve tüp mide operasyonunun her hasta için uygun olmaması nedeniyle halen de dünyada en eski, standart ve güvenilir obezite tedavi yöntemi olarak kabul edilen Gastrik Bypass veya daha bilimsel adı ile Roux-Y Gastrik Bypass birçok merkezin ilk tedavi seçeneği olarak yerini korumaktadır. Kilo vermedeki etkinliği ve bu etkinliği daha uzun süre sürdürebilmesi ayrıca metabolizma üzerindeki etkinliği ve özellikle tip 2 diyabet hastalığında kan şekerini düzeltebilmesi ve reflü hastalığında otomatikman reflüyü de düzeltmesi en önemli özelliklerindendir.
Yine rutin laparoskopik cerrahi ilkeleri doğrultusunda karın boşluğuna girilerek midenin hacmini küçültmek, gıdaların mideden direkt olarak ince bağırsağın 1-1,5 metre uzağına geçmesi, on iki parmak bağırsağına gıdaların uğramaması ve buradan gelen safra ve pankreas bezinin sindirim enzimlerinin daha alt seviyelerde ince bağırsakta gıdalarla buluşması bu yöntemin ilkeleridir. Bu işlemler sırasında mide ve bağırsakların kesilmesi, dikilmesi ve aralarında yeni yollar oluşturulması gibi karmaşık cerrahi uygulamaların hepsi kapalı yöntemler ile uygulanabilmektedir.
Midenin üst kısmı geriye 25 ila 30 mililitrelik bir hacim kalacak şekilde kesilerek burası ile ince bağırsakların orta kısmı arasında yeni yollar yapılmaktadır. Gıdaların mideden on iki parmak bağırsağına geçmemesi ve ince bağırsaklara safra ve pankreas enzimleri ile sindirilmemiş gıdanın direk girişi sindirim sistemi içerisindeki birçok hormonun seviyesini etkilemekte ve dolayısıyla metabolizma ve vücut ağırlığını ayarlayan beyin bölgelerini kiloyu verme yönünde etki göstermektedir.
Distal mide baypası operasyonu, duodenal switch ve minigastrik Bypass operasyonlarında mideden gıdanın barsak geçişi daha alt barsak seviyelerinde olup bu operasyonlarda değişik seviyelerde emilim yetersizlikleri yani alınan gıdanın bir bölümünün vücuda yaramadan dışkı ile atılması söz konusudur. Yani mideden gelen gıda ile sindirim enzimleri karışıp sindirim gerçekleştiğinde gıdaların emilimine zaman kalmadan atılım işlevi başlamakta, aşırı obez hastalarında iyi ve hızlı bir kilo verme dönemi yakalanmaktadır. Bu yöntemler her ne kadar geri dönüşümü mümkün olan prosedürler olsa da vücut ve sindirim sistemin doğasıyla uyumlu bir yöntem olmamakta, çoğunlukla super obez denilen ve vücut kitle endeksleri 50 ve üzeri olan hastalara, ciddi ve kontrolsüz tip 2 şeker hastalığı ve obezite cerrahisi sonrası tekrarlayan kilo alımlarında seçilecek yöntem olan cerrahilerdir.
Birçok hasta, hayatının sonuna kadar vitamin desteği ve mineral hapları kullanmak zorunda kalmakta, nadiren de olsa hastaneye yatarak destek tedavi alma ihtiyacını göstermektedirler. 2016 yılına kadar mide baypası operasyonları obezitenin en çok sorun olduğu ve dolayısıyla bu konuda en tecrübeli dünya ülkesi olan Amerika Birleşik Devletleri’nde en çok uygulanan ve en iyi sonuçların elde edildiği yöntem olarak bilinmekte olsa ve birçok büyük Avrupa obezite merkezi de bu görüşe katılsa da son yıllarda Avrupa ve ABD’de de tüp mide operasyonları (sleeve gastrektomi) ilk ve en çok tercih edilen yöntem haline gelmiştir.
Mini Gastrik Bypass, Tek Anastomozlı Gastrik Bypass veya Sleeve Bypass
Sleeve gastrektomi operasyonları ile bazı alanlarda isim benzerliği nedeniyle yakın bir operasyon olarak algılansa da mini bypass tekniği, prosedür olarak farklı ve etki mekanizması da daha karmaşıktır. Mini Bypass kilo verdirmedeki etkinliği, erken dönemdeki komplikasyonlarının azlığı ve operasyon sonrası hastanın beslenme ve metabolizmasında gelişen değişikliklerinin benzerliği nedeniyle bazı merkezlerde standart Bypass operasyonu kadar başarılı ve metabolizma üzerindeki etkileri de oldukça belirgin bir obezite cerrahisi tekniği olarak literatürdeki yerini almıştır. Ancak sleeve gastrektomi operasyonu tüp mide ve standart Bypass prosedürlerinden farklı olarak malabzorbtif yani besinlerin emilimini kısıtlayıcı bir cerrahi yöntemdir.
Yine genel anestezi altında ve yine laparoskopik tekniklerle uygulanan bu cerrahi sırasında midenin sağ üst kısmı sleeve gastrektomide olduğu gibi bir tüp haline getirilmekte ve ince barsakların yaklaşık 200 cm’lik bölümüne bağlanmaktadır. Bu cerrahi prosedür sayesinde alınan az miktardaki gıda şişkinlik ve doyma hissi yarattığı gibi bu gıdanın belli bir kısmı emilmeden bağırsaklardan atılmakta ve kilo verme işlemi hızla gerçekleşmektedir.
Duodenal Switch, Biliopankreatik diversiyon ve SADI
Bu gurup operasyonda ana amaç mideyi çok küçültmeden ve dolayısıyla hastanın diğer obezite cerrahisi tekniklere nazaran daha fazla miktarlarda yemek yiyerek emilim yetersizliği nedeniyle kilo vermesi ve uzun vadede geri almamasıdır. Üstelik sindirilmemiş gıdaların ince bağırsakların son kısımlarına ulaşması sonucunda ortaya çıkan hormonsal değişiklikler sadece etkin kilo kontrolünü sağlamakla kalmayıp kan şekeri ve yağlarının düzeyini normalleştirme konusunda da çok etkili ameliyatlardır. Gıdaların bir kısmının sindirilmeden dışkı olarak çıkması sık tuvalete gitme, kötü kokulu sık gaz çıkarma ve kötü kokulu dışkılama sıklıkla yaşanılan bir sorundur. Bazı besin maddelerinin yeterli bir şekilde emilmemesi sonucunda vitamin mineral ve eser elementlerde başta olmak üzere beslenme yetersizlikleri görülebilmektedir.
Bu operasyonlarda laparoskopik yani kapalı ameliyat teknikleri ve genel anestezi altında yapılmaktadır. Mide klasik bir tüp mide operasyonuna nazaran çok daha geniş ve yüksek hacimli mide olarak küçültülür. Midenin çıkışından hemen sonra on iki parmak bağırsağın başlangıç kısmı ince bağırsakların son kısımları (prosedürün değişikliğine göre 120-250 cm kalacak şekilde) arasında bir bağlantı yapılır ve on iki parmak bağırsağından gelen safra ve pankreas enzimleri ancak çok aşağılarda gıda ile buluşması için bağırsağa bağlanmakta.
Ömür boyu takip programları, sürekli vitamin ve mineral desteği ve bazı hastalarda ise aralıklarla damar yolu ile beslenme desteğine ihtiyaç duymaktadırlar. Bu operasyonlar ile kilo kontrolü ve metabolizmadaki diyabet ve kan yağlarının yüksekliğindeki düzelmeler başta olmak üzere obezitenin birçok yandaş hastalığı başarı ile tedavi edilebilmektedir.
İster mideye yerleştirilen balon ister obezitenin diğer ciddi cerrahi girişimleri olsun bu girişimler yaklaşık 45 yıldır uygulanmaktadır. Ancak morbid obezte ameliyatları sırasında ve sonrasında çeşitli sorunların ortaya çıkmasına yatkın olan bu hastalarda işlemlerin açık cerrahi ile yapılması yüz güldürücü sonuçlar vermemiştir. Bir taraftan son 25-30 yıl içerisinde laparoskopik cerrahi alanındaki gelişmeler, diğer taraftan başta gelişmiş ülkeler olmak üzere tüm dünyanın obezite sorununun giderek ciddiyet kazanması sonucunda morbid obezitenin cerrahisi laparoskopik olarak yaygın bir şekilde uygulamaya geçmiş ve elde edilen sonuçlar açık cerrahi ile kıyaslanmayacak kadar tatmin edici olmuştur. Bu sebepten dolayı obezite ve buna bağlı metabolik, fiziksel ve psikolojik komplikasyonlarının giderek ciddi bir sorun haline gelmeye başladığı Türkiye’nin de bu cerrahi alanında yerini alması ve hastaları durum ve şişmanlık derecelerine göre çeşitli kapalı cerrahi girişimlerle tedavilerini yapması kaçınılmaz olmuş, bu alandaki başarılı sonuçlar giderek yaygınlaşmıştır.